中文(简体) Português English (US) Français Deutsch Italiano 日本語 한국어 Русский Español

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Bodur Kiraz Yetiştiriciliği Kazandırıyor!























      Bursa merkezli fidan üreticisi ve meyve ihracatçısı bir firmanın yöneticisi olan Yavuz Taner, ihracatı yapılan meyvelerin daha yüksek fiyatla alıcı bulduğunu, bunun için fidan dikimine dikkat edilmesi gerektiğini kaydetti.
Taner’in açıklamasına göre kirazda doğru çeşit dikilirse kilosu 3, yanlış çeşit seçilirse kilosu 1 liradan satılabiliyor. Bodur, yarı bodur anaçlı fidan seçilirse kirazın kilosunu 20 kuruşa, klasik anaçlı 7-8 metrelik ağaç ise kilosu 1 liraya toplatılıyor. Her yıl dönüm başına bodur, yarı bodur ağaçlarla ekstra kazanç bin lira.
  
Kaynak: Zaman

Nasıl İş Fikri Bulunur?
























    İş fikri araştırmasına başlamadan önce bazı temel noktaları bilmeniz gerekli. Herkes bir iş fikri araştırabilir ve bulabilir de. İş ve eğitim geçmişiniz bulabileceğiniz fikirleri sınırlandırmaz.
  • Bisiklet tekerleği bir veteriner tarafından icat edildi.
  • Frisbee bir fırıncı tarafından icat edildi.
  • Mısır gevreği bir çiftçi tarafından geliştirildi
    Fikir bulmada başarılı olabilmek için her şeye bakmaya hazır olmalısınız. Unutmayın, eğer birisi size yirmi yıl önce duvardaki bir delikten para çekebileceğini veya beş yıl önce size telefona konuştuğunuz dilin otomatik olarak aradığınız ülkenin diline tercüme edileceğini söylese idi, buna karşılık siz ne derdiniz?
O halde, hayal gücünüzü tamamen serbest bırakın yüzlerce fikir su yüzüne çıksın. İş fikri bulabilmenin birkaç yolu vardır:

     Beyin fırtınası: Başarılı bir Beyin Fırtınası uygulaması için, öncelikle bir grup insanı bir araya getirmeniz gerekiyor. Bu insanlar aile fertleri, meslektaş veya dostlar olabilir.
Bir grupla en iyi sonuç, dört veya sekiz kişi ile alınmaktadır. Bu sistemde yeni fikirler bulmak istediğiniz bir konu seçiniz, beyin fırtınası seansı için bir zaman sınırı tayin ediniz. Yaklaşık 15 dakika genellikle yeterli olmaktadır. Seans sırasında üretilen tüm fikirleri mutlaka not edin. Hiçbir fikre karşı olumsuz tepki vermemeye çalışın. Son bahsedilen fikirden yeni fikirler çıkarmaya çalışın.

     Fikirler haritası: Beyin fırtınası yöntemine benzemektedir. Bir Fikirler Haritası üretmek için önce büyük bir kutu ( veya daire) içine bir konu yazılır. Bu konu ile ilgili bir fikir aklınıza gelince, bunu o büyük kutuya bağlantılı başka bir kutu içine yazarsınız. Bağlantılı kutuların her serisi olabildiğince araştırılarak uzatılır. İstediğiniz kadar bağlantıyı kutu ile süreci başlatabilirsiniz.
Sorun çözümü yaklaşımı: Birçok ürün ve hizmet, belli sorunlara yanıt olarak geliştirilmişlerdir. Şu örnekleri düşününüz:
  • Leke çözücü,
  • Tüp cila (ayakkabı için),
  • Süper market el arabaları,
  • Hırsızlık alarmı.
Bunların her biri belli bir sorunla baş edebilmek için tasarlanmışlardır. Kendiniz veya aileniz veya dostlarınız hakkında düşünmeye biraz zaman ayırınız. Bazı çözümler çok açık olmakla birlikte, bazı durumlarda bu böyle olmayabilir. Bir sorunla karşı karşıya olduğumuz zaman, sorunu çözmek için takip ettiğimiz bir aşamalar dizisi vardır:
  • Olguları/gerçekleri belirleyin.
  • Sorunun nedenini öğrenin.
  • Çözümler hakkında düşünün.
  • Mümkün olan çözümleri bir elemeden geçirin.
  • En iyi çözümü seçin.
  • Seçtiğiniz çözümü uygulayın.
  • Başarı veya başarısızlığı değerlendirin.
İhtiyaçları karşılamak: İnsanların ihtiyaçlarını veya isteklerini karşılamak, sorun çözümüne çok benzer. Binlerce ihtiyacımız ve isteğimiz vardır. Öncelikle insanların temel ihtiyaçlarını düşünün:
  • Yiyecek ve içecek,
  • Giyim,
  • Barınma,
  • Ulaştırma,
  • Eğlence,
  • Bilgi,
  • Arkadaşlık
Bunların hepsi çok geniş alanlardır. Bunlar üzerinde düşünerek yeni iş fikirleri edinebilirsiniz.
Becerilerinizi kullanmak: Birçok insan içgüdüsel bir şekilde sahip oldukları iş becerilerine dayalı bir iş kurmayı düşünürler. Bunlar kaynakçılık, aşçılık, mühendislik veya kelime işlem hizmetleri olabilir.
Çoğu zaman, işinizde edindiğiniz becerilere dayalı bir iş kurmak mümkündür; ancak dikkatli olunuz. Başka birçok insanda da aynı becerilerin olması ve dolayısı ile karşınızda çok güçlü bir rekabet olması muhtemeldir. Buna karşı önlem almanın bir yolu, kendi işinize kendine has bir özellik vermektir. Örneğin beceriniz aşçılıksa, ihtisas gerektiren ve sizin yapabileceğiniz özel bir ürün arayın.
Ve bütün bunların dışında, girişimci olmaya karar verdiğiniz andan itibaren artık çevrenizde olup bitenlere daha farklı bakacaksınız. Bu bakış açısı aynı zamanda fırsatları görebilmenizi sağlayacaktır.
  
Kaynak: İşimiz Gücümüz İstihdam

Dikey Tarım (Vertical farming) Gelecek Vaat Ediyor























    Dikey tarım ilginç bir uygulama. Şaşırtıcı, sıra dışı bir yetiştiricilik yöntemi. Geçmişi pek eski değil. Temel özelliği kat kat yükselmesi ve arazi fiyatlarının pahalı olduğu metropol bölgelerinde kurulması.
İkincil bir kullanım alanı daha var: Yeni nesil yüksek konutlarda ikamet edenlere anında taze sebze ve bol yeşillik sağlıyor. Batıda ‘vertical farming’ olarak bilinen uygulama Türkiye için şimdilik pek cazip görünmeyebilir. Ancak yakın geleceğinin çok parlak olacağı kesin.
Bu teknikle çevreyi rahatsız etmeden çok katlı teraslarda nadide bitkiler için kent içi yetiştiricilik yapmanız mümkün.

    Uygulama, yüksek katlı konutlarda peyzaj ağırlıklı olarak da kullanılabilir. Artan nüfus, çevre kirliliği, iklim değişikliği gibi bugün karşı karşıya kaklığımız sorunlar bu yeni tarım tekniğini eninde sonunda geliştirecek, ekonomik hale getirecek.

    Dikey tarımın kendine has özelliklerinin başında katların zeminine döşenen toprağın niteliği geliyor. Toprağı özel sistemlerle havalandırmak ve yenilemek mümkün. Organik yetiştiricilik rahatlıkla yapılabilir.

    Dikey tarım artan taşıma giderlerini azaltıyor, ulaşım yüklerini kontrol altına alıyor. Akaryakıt fiyatları dikkate alındığında önemli bir tasarruf, sağlıklı ve güçlıı ekoloji için yepyeni bir adım. En azından İstanbul çevresinde pahalılaşan tarım arazilerine farklı bir alternatif ve de ilginç bir seçenek.

Kaynak: Fikir Avcısı

İstiridye Mantarı Yetiştiriciliği























      Türkiye’de tarım sektöründe yeni bir yer bulmaya başlayan istiridye mantarı da girişimciler için de fırsat sözkonusu. Avrupa’da 1900’lü yılların başında kültür altında üretimi yapılan, Uzakdoğu’da ölümsüzlük mantarı çeşitlerinden biri olan istiridye mantarı, dünyada beyaz kültür mantarından sonra en çok satılan 2’nci ürün olarak ifade ediliyor.

      Türkiye’de bu mantarın tüketimi henüz Avrupa’nın 40’ta biri kadar olsa da her yıl artan bir tüketim söz konusu. İstiridye mantarının tamamen doğal şartlarda üretildiğini ve bu nedenle talep gördüğünü söyleyen Marmara Mantar Genel Müdür Yardımcısı Halil Soyhan, bu mantarın izolasyonlu çatı katlarında ya da bodrum katlarında klima olması koşuluyla rahatlıkla yetiştirilebildiğini ifade ediyor.

 Kaynak: Milliyet

Zahmetsiz ve Kârlı Bir Ürün: Tatlı Patates























      Manavlarda kilogramı 15-20 liradan satılan tatlı patates, Türkiye’de henüz çok yaygın değil. Oysaki en az normal patates kadar zahmetsiz yetişiyor. Tek farkı ise tatlı patatesin daha sıcak iklimlerde yetişiyor olması. Türkiye’de tatlı patatesin sadece Hatay’da yetiştirildiğini söyleyen Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Emin Çalışkan, ürünün yüksek gelir sağladığına dikkat çekiyor.

     Üniversite olarak laboratuvarda ürünün hastalıklı genini temizlediklerini ve verimli hale getirdiklerini belirten Çalışkan,” 3-5 yıl içerisinde bu ürüne olan talep artacak.

 Kaynak: Milliyet

Kahvaltı Ürünleri Dükkanı Açabilirsiniz
















       Özellikle organize sanayi bölgeleri, fabrika ve iş merkezlerinin yoğun olduğu bölgelerde kahvaltı ciddi bir sorun. Bunun nedeni işlek caddelere nazaran bu bölgelerde bu yöndeki kahvaltı yapılacak mekanların yetersiz olması. Bu anlamda Seyidoğlu, kahvaltı büfeleri kurmaya başladı.

        Peynir, zeytin reçel, tereyağı, domates, salatalık gibi temel kahvaltılıkları vakumlayarak tek tabakta bir araya getiriyor ve günlük taze olarak tüketiciye sunuyor. Örneğin bu kahvaltı menüsünü alıp çantanızda veya arabanızda kolaylıkla taşıyabilir, istediğiniz yerde kahvaltınızı yapabilirsiniz. Seyidoğlu Genel Müdürü Mehmet Göksu, bu konuda franchising verdiklerini söyleyerek, “20 bin dolar franchise giriş bedeli alıyoruz. Tüm mimari konsept ve mağaza demirbaşları için de 60 bin TL yatırım gerekiyor. Biz anahtar teslimi mağazalar sunuyoruz. Yatırımcı ilk sekiz ayda tüm maliyeti amorti edip kara geçebiliyor” diyor.

Kaynak: Milliyet

Organik Kerevit Çiftlikleri Çok Para Kazandırıyor























        Ortak adları bizim dilimize ‘kerevit’ olarak yerleşmiş tatlısu ıstakozları… Bilenler bilir, bir zamanlar İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan ünlü Terkos Gölü kerevit kaynar, piknikçiler kerevit bayramı yapardı. Başta Bafa Gölü olmak üzere Uluabat Gölü, Manyas Gölü gibi karasal tatlı su alanlarında yetiştirilen göl ıstakozu ‘astacus lep-todactylus’ şimdi artık zor bulunuyor. Hemen tüm akarsularımızda yaşayan dere ya da nehir ıstakozu ‘astacus astacus’ ise 1970’lerden sonra başlayan doğal su ürünleri ihracatı furyasında yok olup gitmiş durumda. Soyunun neredeyse tükenmiş olması göl ve akarsularımızın sanayi tesislerinin deşarjıyla kirlenmesi yüzünden. Oysa kerevit üretimi ülkemiz adıyla bütünleşen çok kazançlı bir uğraşı olmaya her zaman aday.

      Kamuoyunun Fransa’da çok tutulan ‘kurbağa bacağı’ ihracatıyla birlikte tanıdığı kerevite ‘tatlısu ıstakozu’ denmesi ise bir benzetmeden ibaret. Üstünü örten kitin tabakasından öteye bildiğimiz deniz ıstakozuyla bir akrabalığı yok. Kerevitin en önemli niteliği doğası gereği organik beslenme ortamında yetişiyor olması. Bu nedenle şimdi karasal alanlarda sucul bitkilerin ekildiği yapay habitatlar oluşturuluyor, dünyanın belli yerlerinde kerevit çiftlikleri kuruluyor.
Organik kerevit çiftliklerinde suyun kısa aralıklarla değiştirilmesi önemli bir ayrıntı. Kuytu ve gölgelik yerleri seven kerevitlerin yaşadığı sulara yapay sığınaklar yapılıyor, gölge sağlayacak ağaç dalları havuzlar üzerine çekiliyor. Amerika bu işin teknik açıdan merkezi konumunda… Yapay havuzların dibi suda yaşayan büyük bitkilerle donatılmış. Genellikle 25 derece olan su sıcaklığı kerevitlere rahat bir ortam sağlıyor, bol yapraklı sualtı bitkileri ise su sıcaklığını kontrol ediyor.

    Ortalama havuz büyüklüklerinin 25 hektar civarında olması yeterli. Bu gölcüklerde sirkülâsyona tabi tutulan sular mevsim kısıtlamasını ortadan kaldırıyor. Böyle bir sistemde 1 hektarlık havuzdan bir sezonda 1.500 kilo ürün alınması mümkün. Doğal bataklık özelliği taşıyan, ekonomik değeri olmayan topraklar ise bu iş için biçilmiş kaftan. Bu arazilerin amaca göre ıslahı ideal bir organik kerevit çiftliğinin kurulması için yeterli.
Pestisid ve diğer kimyasal kirleticiler doğada yetişen türler için en büyük tehlike. Dolayısıyla önceden sertifikalandınlacak alanların doğal habitat içinde oluşturulmasında yarar var. Kerevit canlı ya da işlenmiş olarak her mevsim alıcı buluyor, yüksek fiyatlarla satılıyor. ABD, Fransa, Japonya ve İspanya önemli tüketim pazarları arasında… tşlendikten sonra satışa sunulması ise katma değer marjını en az üçe katlıyor. Kalan atık kısmı ise değerli bir kalsiyum kaynağı. Kabuk ve kitinden oluşan bu bölüm balık yemi endüstrisinde katkı maddesi olarak kullanılıyor. Yılda 7 ila 8 kez kabuk değiştiren kerevitlerin çok lezzetli eti özellikle Avrupa’nın gurme mutfaklarında büyük rağbet görüyor. Protein ve mineral değeri açısından ise kıyas kabul etmeyecek kadar zengin. Halen doğal niteliğiyle Denizli Çivril’deki Işıklı Gölü’nde görülebilen kerevitin bazı özellikleri ise sadece Anadolu sularına ait…

   Dibi kayalık girintileri bol olan tüm sularda doğal yetiştiricilik yapılması mümkün. Dip örtüsü çamurlu yayvan toprakla hazırlanmış yapay havuzlar ise bu işin ideal ortamı.

Kaynak: Kobidestek.org

Tilapia Tatlı Su Balığı Yetiştirme İş Fikri























        Tilapia tatlı su çipurası olarak da anılan, hem ot hem de et kaynaklı besinlerle beslenen lezzetli bir balık türü. Tatlı su balığı olmasına rağmen sert sularda da yaşayabiliyor. Birçok çeşidi var. Hemen hepsinin eti lezzetli. Anadolu Yarımadası düşünüldüğünde akarsulara ve göllere iyi uyum gösterdiği biliniyor. Mevcut göstergelere göre Türkiye’de bugün 80 bin tonlara ulaşan alabalık ağırlıklı karasal kültür balıkçılığı var. Bu sektörün gelişmesine katkıda bulunacak bir başka seçenek ise işte bu tilapia balığı.
Rezidü kontrollü yetiştirilmesi halinde ekolojik ihtiyaçları karşılayacak balığın sertifikalı olmak kaydıyla kolayca ihracı mümkün. Fiyatı çoğu zaman alabalığın üzerinde… Tilapia’yı ‘monokültür’ ortamında yetiştirmek isteyenlerin şansı biraz daha fazla. En azından ‘kontaminasyon’ olarak bilinen çeşitli bulaşık unsurlardan arındırılması etinin nefasetini artırıyor, fiyatını daha da yükseltiyor. Sert sulara dayanıklı olmaları nedeniyle 1970’li yılların ortalarında ilk kez Burdur Gölünde yetiştirilen tilapia balıkları sıcak iklimde çok daha hızlı gelişiyor. Sıcak suların verimliliği hem yüksek hem de balığın doğasına uygun.

     Tilapia balıkları benzer türler arasında en hızlı büyüyen ırklar arasında. Kontrollü yetiştiricilik yapmak için karşı cinsleri aynı havuzlarda büyütmemek gerekiyor. Organik yetiştiricilik için havuz ve göletlerin doğal habitata sahip olması yeterli. Önemli olan verilen yemlerin organik nitelik taşıması. Balıklar hemen her şeyi yediği için yem seçiminde ekolojik kriterlere harfiyen uyulması şart. Bu konuda sayıları 18′e ulaşan su ürünleri fakülteleri veya yüksekokullarımızdan bilgi alarak yeni bir tesis kurmak mümkün. Beslenme konusunda en kolay türlerden biri olan tilapia’nın ihraç fiyatları da oldukça tatmin edici.

      Tilapia’nın ihraç amaçlı işlenmiş şekilleri de var. Bunlar katma değer marjını genişletiyor, kazancı artırıyor. Tutulan çeşitler arasında füme ve fileto edilmiş hazır yemekler dikkat çekiyor. Gerek lezzet gerekse organik nitelikler açısından sertifika taşımaya elverişli olan bu balığın yumurta aşamasından itibaren üretilmesi çok basit. İklim niteliklerine göre organik yetiştiricilik yapılacak türleri ise işin uzmanlarıyla görüşmekte yarar var. Tilapia havuzlarının diğer balıklardan ayrı tutulması işin önemli ayrıntılarından biri. Türler arasında melezleme yoluyla en verimli ırkın çevre adaptasyonu da yapılabilir. Yaygın alabalık yetiştiriciliğinin yanı sıra safkan tilapia çiftliklerine organik metotlarla geçiş yapmak bu işe gönül vermiş yetiştiricilere daha fazla kazanç sağlayabilir.

 Kaynak: Para Dergisi

Fidanları Koruyan Minisera Geliştirdi !























Plastik sektöründe faaliyet gösteren Mustafa Doğan, tarımla uğraşanların en büyük problemlerinden dona karşı fidanı korumak için mini sera geliştirdi. Geliştirdiği ‘mini sera’ ile 35 gün önce ürün alıyor. Plastik sektöründe faaliyet gösteren Mustafa Doğan, tarımla uğraşanların en büyük problemlerinden dona karşı fidanı korumak için mini sera geliştirdi. Minisera markasıyla satışa sunulan yeni üründe, her bir bitki için farklı sera kullanıldığı için ürüne özel şartlar sağlanması kolaylaşıyor.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ), geleneksel yöntemleri bırakıp yenilikleri yakından takip eden çiftçiler için verimi artıran ürünler imal ediyor. Plastik sektöründe faaliyet gösteren Mustafa Doğan, eksi on sekiz dereceye kadar bitkiyi dondan koruyabilen ‘Minisera’yı geliştirdi. Seraların ziraat mühendisleri tarafından da ilgiyle karşılandığını belirten Doğan, özellikle sezon dışı ürün yetiştirenler için kolaylık sağlayacağını ifade etti. Minisera, tohum toprağa atıldıktan sonra dayanıklı bir fidan olma sürecine kadar ürünü dış etkenlere karşı koruyarak hızlı gelişmesini sağlıyor. Her bir ürün için farklı sera kullanıldığından ürüne özel şartlar sağlanması kolaylaşıyor.
Doğan, aynı bölgede tarım yapan çiftçilerden mini serayı kullananların diğerlerine göre otuz beş gün önce ürün aldığını belirterek, “Bu sene ürünü kullanan arkadaşlardan çok iyi tepkiler aldım. Çalışmayı, ziraat mühendisleri ve Tarım Kredi Kooperatifleri de takdir etti. Düzce, Sakarya üniversitelerinden Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nden seracılık bölümü kürsü başkanları da gelip tebrik etti.” dedi. Ziraat fakültelerinin seracılıkla ilgili dersler için numune aldığı Miniseralar hem uygulama hem öğretme amaçlı kullanılacak.
Devaplastik’in sahibi Doğan, Minisera’yı yıllar önce icat ettiğini ama o dönemde çiftçinin alım gücü düşük olduğundan yenilikleri takip edemediğini dile getirdi. Doğan, “Artık alım gücü arttıkça Türkiye’de de çiftçi yenilikleri takip ediyor. Gittiğimiz fuarlarda halkın ilgisi de bunun en büyük göstergesi. Çiftçi artık daha uyanık, toprağı tanımaya çalışıyor.” dedi. Türkiye’de özellikle karasal iklime sahip bölgelerde çok ilgi gören Minisera, bitkiyi tohum olarak toprağa attıktan sonra büyüyene kadar dış etkenlerden koruyarak kesin sonuç alınmasını sağlıyor. Marka, bayilikler yoluyla ülke genelinde faaliyet göstermeyi planlıyor. Henüz ihracatı yapılmayan üründen numunelerini bazı ülkelere gönderdiklerini belirten Doğan, “Numunelerden olumlu sonuçlar alındı. Yakın zamanda Bulgaristan başta olmak üzere ihracatımızı başlatacağız.” şeklinde konuştu.
Minisera’nın diğer seralara göre daha ucuza mal olduğunu ifade eden Doğan, geliştirdiği yöntemin çiftçiye bütçesine göre sera yapabilme imkânı sağladığını söylüyor. Asıl mesleğinden dolayı plastik sanayiinde üretim yapan Doğan, seranın yapısıyla ilgili, “Güneşin olmadığı dönemlerde buluttan aldığı ışığı kendi içerisinde ısıya dönüştürüyor. Aldığı havanın şartlarına göre ısıyı buharlaştırıyor. Buharın bir kısmı su oluyor bir kısmı üst bacadan dışarı çıkıyor.” bilgisini verdi. Ürün bu özelliklerden dolayı çok kurak bölgelerde bile toprağın nemli kalmasını sağlıyor.
Tarım sektörünün sezon öncesinde pazara sunmak için İran’dan, Tunus’tan karpuz ve sebzeler aldığına dikkat çeken Doğan, “Eksi on sekiz derecede ürünü on beş gün koruyabildiği için sezon öncesi ürün almakta da kolaylık sağlıyor. Bütün bu özellikler sezon dışı ithalatımızı da azaltabilecek nitelikte.” diye konuştu. Seracılık yapanların en büyük sorunlarından birinin ısıtma maliyeti olduğunu dile getiren Doğan, şöyle konuştu: “Soğukta büyük seraları ısıtmak son derece zor. Kaplıca sularının etrafında seraları konumlandırıyorlar ama onlarda bile ısıtma sorunu yaşanıyor. Minisera’da böyle bir problem de yok.”

Kaynak: Zaman

Mini Golf Sahası İşleterek Para Kazanın !



















      Türkiye’de alternatif sporlara olan ilgi yeni iş modellerini de beraberinde getiriyor. Zira artık pek de ‘ata sporu’ olmayan spor dallarına karşı ilgi her geçen gün artıyor. Bu sporlardan biri de şüphesiz golf. Golf otellerinin sayısı her geçen gün artarken, bu otellere gitme imkanı olmayan ancak golf oynamak isteyenler için ‘mini golf sahaları‘nın kurulmaya başlandığını görüyoruz. Türkiye’de bu golf sahalarının üreticisi olan bir firma var. Bu golf sahaları aynı zamanda kazançlı bir iş fırsatını da vaat ediyor. Bunun yanı sıra mini futbol sahaları da son zamanların en gözde girişim alanlarından biri. AVM’lerin sayısının hızla artmasıyla bu alanda da yeni sahalar açılıyor.

10 günde 8 bin kişi golf oynadı

      Mini Golf, 100-120 metrekare alana dokuz çukurlu bir mini golf sahası. Otellerde, okullarda, sosyal tesislerde, cafe veya restoranlarda, kreşlerde, AVM’lerde kurulabiliyor.
Sopaları, topları, bayrakları, skor kartları, sopa saklama dolabı dahil kurulumu 16 bin 500 TL. Az bir sermaye ile tesis sahibi olmak mümkün. Ancak bu iş modelinde işletmecilik becerisi büyük öneme sahip. Zira, kreş ve okulları dolaşarak sahaya davet etmek, okullar ya da kurumlar arası turnuvalar düzenlemek, kısaca bir farkındalık yaratmanın önemine dikkat çekiliyor.
Aylık getirisi ise 10 bin ile 20 bin TL arasında değişiyor. Oyun ücretleri ortalama 5 ile 10 TL arasında değişiyor. Örneğin, AVM’lerde günde 200 kişi oyunu rahatlıkla oynayabiliyor. Mini Golf Kurucusu Özkan Türkan, “İzmir’de ilk dört ayda 10 bin kişi mini golf oynadı. Bunun yanı sıra sadece İzmir Enternasyonel Fuarı’nda 10 gün içinde 8 bin kişi oyun oynadı” diyor.

Kaynak: Girişimciyim.org

İlginç Bir Girişimcilik: Sofra Tuzu Silahı















        Kendisini iflah olmaz bir sinek düşmanı olarak tanımlayan İngiliz genç Lorenzo Maggiore mermi olarak bildiğimiz sofra tuzunu kullanan ölümcül bir sinek tüfeği geliştirdi. Daily Mail’in haberine göre Maggiore’nin insanlara hiçbir zarar vermeyen tüfeği oyuncak su tabancalarını andırmakla beraber her türlü böcek ve sineği bir tuz mermisiyle öbür dünyaya göndermeye yetiyor.
Maggiore önce IndieGoGo adlı girişimci fonu sitesi üzerinden tüfeğini tanıtarak 15 bin dolar toplamaya çalıştı. Ancak silah o kadar ilgi gördü ki toplanan fon miktarı 62 bin doları buldu ve Maggiore tüfeğini üretmeyi başardı. Sineklerin korkulu rüyası haline gelen ve sahiplerine hem sineklerden kurtulma hem de avcılık güdülerini tatmin etme olanağı veren tüfeğin pek yakında tanesi 30 dolardan satışa sunulması bekleniyor.

Kaynak:Hürriyet

7 Ağustos 2012 Salı

Gıda Alanında Yatırım Yapılabilecek İş Fikirleri



















      Bilimsel gelişmeler işleri kolaylaştırmakla kalmıyor, yeni fırsatların yolunu da açıyor… Mısır’da hala domates helal mi haram mı tartışmaları yapıladursun, birkaç gün önce Amerika’daki Cornell Üniversitesi bir açıklama yaptı: Domateste şeker düzeyi ve rengi kontrol eden bir genin özellikleri tam olarak saptandı!
Genin varlığı uzun zamandır biliniyor ancak kontrol altına alınamıyordu. Olgunlaşma ve renklenmeyi sağlayan gen domatesin genom dizisinde önemli fonksiyonlara sahip. Şimdi sadece dalında değil; bakkal, manav, süpermarket raflarındaki domateslerin renk ve tatlanma hızları istenen zaman aralığına göre yeniden ayarlanabilecek. Gerekli olan ortam sıcaklığı ve fotosentez yapabilecek kadar ışık…
Olgunlaşma süreci kontrol altına alınırken kızarma sırasında oluşan lekelenme ve renk farklarının yok edilmesi de gündemde. Bunlar pazarlama açısından çok önemli. Domates Amerika’da yılda 2 milyar dolarlık bir pazarı temsil ediyor. Sadece Kaliforniya’da 20’yi aşkın domates çeşidi var. Tüm çeşitlerde şu ana kadar temel zorluk depolarda gerçekleşen olgunlaşmanın tat üzerindeki negatif etkisiydi. Şimdi bu sorun temelden çözülmüş oldu.
Bu gelişme aslında bitkinin genleriyle oynamak anlamını taşımıyor. www.myfikirler.com Daha çok düzenli olgunlaştırmayı kontrol eden sistemin fotosentez koşullarında ıslah edilmesiyle ilgili bir teknik. İşin ilginç yanı Cornell ve California üniversiteleri ile USDA’nın (Amerika Tarım Bakanlığı) birlikte gerçekleştirdiği bu çalışmaya teknik olarak Türkiye’den Süleyman Denıirel Üniversitesi’nin de katılmış olması…
Çin ve ABD’dcn sonra dünyanın en büyük domates üreticilerinden biri olan Türkiye’nin bu projede yer alması perakende piyasasında devrim yaratmakla kalmayacak, ihracatın daha kontrollü yapılmasını da sağlayacak. Yeni nesil tohumlar piyasaya verilmek üzere.

Yosun yağının önemi artıyor

      Bilindiği gibi soğuk sularda yaşayan somon, uskumru ve ton balıklarında fonksiyonel yağ asitleri oldukça önemli. Bilinçli beslenme literatüründe omega-3, DHA (dokosaheksaenoik asit) ve EPA (eiko sapentaenoik asit) olarak bilinen yağ asitlerinin temel özelliği insanı kalp damar hastalıklarından koruması. Bu maddeler kolesterol düzeyini dengeliyor, kan yağlarını kontrol altına alıyor.
Amerika ve Ingiltere’de yapılan bir çalışmaya göre söz konusu yağ asitleri bazı su yosunlarında da var. Bunlar alg niteliği taşıyan ‘chlorella’ türü klorofil içeren sucul bitkiler.
Fonksiyonel yosun yağı gelecek için ümit veren önemli bir hammadde aynı zamanda. Balık çiftliklerinde kullanılan yemlerin formülüne giriyor, kültür balıklarının yağ içeriğini zenginleştirip, et kalitesini yükseltiyor.
Yosun yağı dünyada gizli tutulan 8 ayrı patentli formülüyle yüksek fiyatlı kozmetik endüstrisinin de ana bileşenlerinden biri üstelik.
Ege ve Akdeniz’de yetişen kimi yosun türlerinden kapalı ortamlarda nitelikli yağ elde edilmesi mümkün. Bu konuda araştırmalar Ispanya ve İtalya’da devam ediyor. www.myfikirler.com
Yağ üreten sucul yosunların kültüre alınması da gündemde. Bu iş için gerekli proseslerin tümü koruma altında. Bizce bu hızlı patent yarışına girişimci Türk firmalarının katılmasında yarar var.

Lezzeti korunmuş sağlıklı tuz

      Bilindiği gibi geçen ay Türkiye’de ekmek sektörünün aşırı tuz kullanması denetim altına alındı.
Amaç dört beyaz tehlikeden biri olan tuzu başta endüstriyel ürünler olmak üzere tüm fırın ve mutfak ürünlerinde aşağı çekmek.
Aşırı tuz kullanımına karşı dünyada ciddi bir bilinçlenme var. Tam da bu aşamada Amerikalı Nu-Tek firması, Avrupa’yı içine alan dağıtım ve pazarlama işi için geçen haftalarda Hollanda merkezli Barentz Group’la bir anlaşma imzaladı.
ABD merkezli üreticinin yeni ürünü tuzun lezzet fonksiyonunun bozmadan sodyumu ileri derecede azaltan patentli bir teknolojiyi içeriyor. Bir bakıma potasyumu bildiğimiz tuz lezzetine dönüştüren yeni bir teknik.
Malum, giderek artan yüksek kan basıncı (hipertansiyon) ve kalp damar hastalıklarının bir numaralı nedeni aşırı tuz tüketimi. Türkiye’deki tüketim kişi başına günlük 25 gram gibi rekor seviyede. Normalde tuz miktarının 5 gramı aşmaması gerekiyor.
Bisküvilere, tatlılara ve neredeyse tüm gıdalara giren tuzun başlıca tehlikesi onlarca hastalığa davetiye çıkarması… özellikle ambalajlı gıda maddelerinde kullanılan tuz miktarı olağanüstü yüksek düzeylerde. Tüm gelişmiş ülkelerde bu yüzden aşırı tuz alarmı var!
Amerika’da kısa süre önce yapılan bir araştırmada, ABD beslenme kurallarına göre endüstriyel besinlerle günde en fazla 1.5 gram tuz alınması gerekirken işlenmiş gıdalarda günlük ortalama tuz alımı şimdiden 3.5 gramı geçmiş.
işte adı geçen üretici firma tuz yerine geçebilen ‘potasyum klorür’ü çok özel bir prosesten geçirerek neredeyse ‘sodyum klorür’ haline dönüştürmüş durumda. Ortaya çıkan maddenin yüksek miktarlarda kullanılmasına rağmen böbreklerde ve diğer organlarda herhangi bir soruna yol açmadığı görülmüş.
Nu-Tek’in indirgenmiş tuzu et, tavuk, peynir ve ekmek dâhil ABD’de birçok endüstriyel üründe kullanılıyor. Temel beklenti bu doğal sağlıklı tuzun ev tüketimine de girmesi. NuTek Salt’un Türkiye pazarlama ve dağıtımını ise Barentz Group’un Türkiye şubesi yürütüyor. En azından lezzetten taviz vermeyen endüstriyel üreticiler için önemli bir gelişme.
Küresel ekonomide ‘restoran ve gıda servis endüstrisi’ baş döndürücü biçimde atağa kalkmış durumda. Bildiğimiz ilk restoranın 1725 yılında ‘Botin’ markasıyla Madrid’de açılmasından bu yana tam 287 yıl geçmiş. Yaklaşık 300 yıldır sayısız girişim fırsatı sunan bu ‘risksiz’ endüstrinin 2011 yılında ulaştığı küresel hacim tam 850 milyar dolar! En hızlı büyüme yüzde 43′le Asya-Pasifik bölgesinde. Dünyada halen irili ufaklı 3 milyonu aşkın restoran ve fast-food işletmesi var. Fast-food ve restoran işinde Türkiye’nin yıldızı daha yeni parlıyor. Bu konuda önümüzdeki hafta çarpıcı bir analizimiz var. Küresel ölçekte küçülen hane halkı ve dışarıda beslenme alışkanlıkları Türkiye’yi acaba nasıl etkileyecek? En azından bu sektörün içinde yer almayı hayal eden girişimciler için önemli bir gelişme.

Aksesuar Sektöründe Büyük Fırsat !

















     Perakende sektöründe her ne kadar oyuncu sayısı fazla gibi gözükse de, aslında bazı alanlarda yeni marka yatırımları için büyük fırsatlar var. Bu boş alanlardan biri de aksesuar. Bujiteri, ayakkabı, çanta, şal gibi birçok alt gruptan oluşan aksesuar pazarının büyüklüğü tam olarak bilinmiyor. Ancak bu alandaki oyuncuların çok hızlı büyüdüğü kesin.
Bu fikre aslında kadın hazır giyim sektörünün öncü oyuncularından Yargıcı ile yaptığımız söyleşi sonucunda ulaşıyoruz. Yargıcı’nın aksesuar işi hızlı büyüyor. Öyle ki, şirket cirosunun yüzde 45’ini bu gruptan elde ediyor. Şirketin bu alana girmesi aslında erkek giyimden çıktıktan sonra mağazaları doldurma girişimiyle başlamış. Ardından da kadın hazır giyimin yanı sıra aksesuar alanı hızla büyümeye başlamış.
1978 yılında kurulan Yargıcı, aslında erkek gömlek ve t-shirt ağırlıklı başlamıştı. Zaman içinde kadın giyime de girmiş. 2001 krizinde en önce erkekler alışverişten elini ayağını çekince, Yargıcı da kadına odaklanmış. İşte boş kalan mağazaların bir kısmı da önce şal, ardından bujiteri, sonra da çanta ve ayakkabı ile doldurulmaya başlanmış.

750 bin aksesuar satıyor

      Yargıcı, sektörün yükselen şirketlerinden. Bilindiği gibi geçen yıl Kuveytli yatırım fonu Global Capital Management, şirketin yüzde 55’ini satın almıştı. Bu satışın ardından 23 olan mağaza sayısını 33’e çıkaran şirket, bu yıl 8 mağaza açmak istiyor. Mağazaların metrekareleri büyüyor. Çünkü aksesuar geniş yer tutuyor mağazalarda. Ayrıca Yargıcı ev aksesuarı işine de yavaş yavaş girmeye başlıyor.
Şirketin Genel Müdürü Barış Kemal Tezmen, şal, bujiteri, ayakkabı ve çanta satışlarının yıllık 750 bin adet olduğunu söylüyor. Konfeksiyon koleksiyonu ise yıllık olarak 420 bin adet satılıyor.
Aksesuarın başarılı satış rakamlarından yola çıkarak, Anadolu’daki büyümelerini aksesuar ağırlıklı yapacaklarını söyleyen Tezmen, “Fon ile birlikte Türkiye’de agresif büyüme dönemine girdik. 4 yıl içinde 70 mağazaya ulaşmayı hedefliyoruz” diyor.

En çok Tax Free’yi araplar alıyor

     Barış Tezmen’e bugünlerde çok yaygın olan yurtdışı hedefleri olup olmadığını sorduğumuzda, Ortadoğu ve Körfez ülkelerinden bahsetti. Yargıcı’nın tarzının buradaki müşteri kitlesine pek uygun olmadığını söylediğimizde ise enteresan bilgiler verdi bize.
Tezmen, bu konuda şunları söyledi: “Cevahir ve istinye Park mağazalarımızda bakıyoruz, en çok tax free talebini Kuveytli ve Suudi Arabistanlı müşterilerimiz yapıyor. Markaya bu ülkelerde yoğun bir ilgi var. Bu ülkelerde 2013 sonu gibi mağaza hedefimiz var.”
  
Kaynak: Fikir Avcısı

Gül Yetiştiriciliği Pazarı Hızla Büyüyor
















Bulgaristan’daki Gül Vadisi ve Gül Festivalinin her yıl yüz binlerce turist çekmesi İsparta’yı harekete geçirdi. Gülbirlik, Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı, üniversite ve yerel idare güçbirliğiyle ilde Gül Vadisi, gül parkları kuruluyor.
Gülgiller familyasının ‘rosa’ cinsinden olan gülün geçmişi 35 milyon yıl olarak tahmin ediliyor. Gül çiçeğinin insanlık tarihindeki yeri ise 5 bin yıl. Gül; aşk, güzellik, savaş, barış, siyaset ve daha pek çok alanda hep sembol olarak kullanılagelmiş. Dinde, edebiyatta önemli bir yere sahip. Tabii bir ekonomi sitesi olarak gülün bu yönlerinden çok ekonomisiyle ilgileniyoruz…
Malum, gül deyince ilk akla gelen şehir İsparta. Sadece Türkiye’nin değil dünyanın da gül üslerinden biri olan İsparta’da şu günlerde her yer rengarenk. Dünyaca ünlü İsparta gülünün (yağlık pembe gül) hasat mevsimi başladı. Şehirde ve köylerinde ciddi bir hareketlilik var.
Sabahın 6’sından akşamın geç saatlerine kadar süren gül kokulu bir mesaiden bahsediyoruz. 15 gün önce başlayan hasat haziran sonuna kadar devam edecek.
Gülün İsparta ekonomisindeki yeri çok önemli. 12 bin ailenin geçimini sağladığı İsparta gülü, dünya kozmetik ve parfümeri devlerinin başlıca hammadde kaynaklarından. Her yıl 8 bin ton civarında üretilen gülün şehir ekonomisine katkısı 50 milyon euro olarak hesaplanıyor.

Sadece Japonya’dan 10 binlerce turist çekiyor

Yağlık pembe gül konusunda dünyanın bir numarası Türkiye. Ancak bu işin sanayisindeki başarıyı turizme aktarmada başarılı değiliz. Buna karşılık komşumuz Bulgaristan, gülcülüğü bizden öğrenmesine rağmen Japonya’dan 10 binlerce turist çekiyor. Gül turları düzenliyor.
işte Ispartalılar da bu eksikliği geç de olsa fark etmiş. Şu sıralar harıl harıl Gül Vadisi vegül parkları projesi üzerinde çalışıyorlar. Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı, Gülbirlik, Süleyman Demirel Üniversitesi, İsparta Ticaret ve Sanayi Odası ve İsparta Belediyesi güçbirliğine gitmiş ve bu projeye odaklanmışlar. Haşan Çelik, turizmde patlama yaratacağına inandığı bu projenin ayrıntılarını şöyle anlatıyor:
“Gül Vadisi ve gül parklarında gülle ilgili her şey olacak. 3 bin çeşit gülün tarihi ortaya çıkarılacak. Gülün serüveni anlatılacak, sergiler açılacak. Gül parklarıyla cennet gibi ortamlar sunacağız. Belediyemiz işin konaklama kısmını çözecek. Otel yapılacak. Ayrıca daha doğal ortamlar için üretici köylerle temas kuruluyor. Köy evlerinde konaklama imkanlarına bakacağız. Gül evleri oluşturacağız. Gelecek yıl tamamlanmasını bekliyoruz. Özellikle Japonların güle ilgisi çok yüksek. Gül yetiştirmiyor ama gül festivali düzenliyorlar. Şimdiden Japon tur operatörleriyle bağlantılar kuruyoruz. Fuarlarına gidip tanıtımlar yapıyoruz.”

45 günde toplanıyor

İsparta’da gül üreten 12 bin ailenin bini Gülbirlik’e üye. Gülbirlik Genel Müdürü Haşan Çelik, gülün İsparta için önemini ve bu değerin ildeki tarihini şöyle anlatıyor:
“İlimizde 1870 yılından bu yana gül üretimi yapılıyor. Gül çiçeğinden elde edilen gülyağı ve gül konkreti, parfüm sanayisinin hammaddesini oluşturuyor. İsparta, bugün birçok dünya parfüm devinin tedarikçisi konumunda. Yani yağlık gülün merkeziyiz. Süs ve peyzaj gülü her yerde yetişebilir. Yağlık pembe gülse sadece İsparta ve ona yakın birkaç komşu ilde yetişebiliyor. 950-1.000 rakımları bu gül çeşidi için en uygun seviyeler.”
Ne Akdeniz iklimi ne de karasal iklim; ikisinin geçiş bölgesi olan İsparta, bu gül çeşidi için en uygun bölge. Biraz kuzeyde olsa soğuktan olmuyor. Biraz güneyde olsa yağ oranı düşük kalıyor. Bu yüzden İsparta ile Burdur ve Afyon’un komşu ilçelerinde yetişebiliyor. Sezonu ise 45 gün sürüyor. Mayıs ortasında başlayıp haziran sonunda bitiyor. Bu 45 gün içinde aralıksız hasat yapılıyor ve gül çiçekleri fabrikalarda gül yağına dönüştürülüyor.

50 Milyon Euroluk ekonomi

Haşan Çelik, Gülbirlik tesislerinde üretilen gülyağının ülkeye yıllık 20 milyon eu-ro civarında döviz girdisi sağladığını vurguluyor. Çelik, diğer üreticiler ve özel şirketlerle birlikte gülün 50 milyon eu-ro’luk ekonomik büyüklüğe sahip olduğunu belirtiyor. Ardından da Gülbirlik’in faaliyetleri ve hedefleriyle ilgili şu bilgileri veriyor:
“Birliğimizin dört gülyağı üretim tesisi, iki de gül konkreti tesisi var. Üretimin yüzde 90’nı dünya kozmetik devlerine satıyoruz. Türk tipi gülyağı dünyanın tercih ettiği bir ürün. Gülbirlik’in nihai ‘o ürünler üreten Rosense isimli bir şirketi de var. Rosense markasıyla gülsuyu, cilt bakım ürünleri, vücut bakımı, banyo grubu, güneş ürünleri, parfüm, sabun ve kolonya başta olmak üzere 113 çeşit ürün üretiyoruz. İki yıldır yüzde 50 büyüyoruz. Gülyağında dünyanın en büyük üreticisi konumundayız. Nihai ürünlerde de büyükler içinde yer almak istiyoruz.”

Dönüm başına bin 800 TL kazanç

Gül bahçesi kurmanın maliyeti çok düşük. Arazi kendinizinse neredeyse bedava. Fide parası yok. Çünkü budama sırasında çıkan dallardan dikim yapabiliyorsunuz. Sadece dikim ve bakım masrafı var. Dekar (dönüm] başına 800 kilo gül çiçeği yetişebiliyor. Fiyatı ise 2.25 TL. Bu hesapla 1 dekarlık alandan bin 800 TL gelir elde edebiliyorsunuz. Ancak asıl potansiyel gülyağında. Gülyağının gramı 17 TL. Bu noktada, 4 ton civarında gülden 1 kg yağ üretilebildiğini belirtelim.
Bu işe gireceklere en az 20-30 dekarla başlamaları tavsiye ediliyor. Denizli, Burdur ve Afyon’un İsparta’ya komşu bölgeleri de bu iş için uygun.

Butik gül oteli kuruyor

İsparta’da Gülbirlik’ten sonra en büyük şirket Sebat Ticaret. Hüseyin Kınacı’ya ve ait olan bu aile şirketi, hem köylerden gül çiçeği topluyor hem de kendisi üretiyor. Hüseyin Kınacı, organik gül üretiminde üreticilerle mesafe alamayınca bu işe kendisi girmeye karar vermiş. 2009 yılında Afyon’un Dinar ilçesinde 3 bin 200 dekar alanda organik gül üretimine başlamış. Kınacı, yaklaşık 10 milyon euro’luk yatırım yaptığı projesini şöyle anlatıyor:
“2009 yılında ilk güllerimizi dikmiştik. Organik gül üretiyoruz. Tesislerimizde işlediğimiz gülün yüzde 10’unu kendimiz üretiyoruz. Şimdilik arazinin 700 dekarına gül diktik. Bu yıl ilk hasadı yapmaya başladık. Arazinin kalan kısmı için aceleci davranmayacağız. Köylerimizde bu işi genelde 40 yaş üstü insanlar yapıyor. Bu yüzden çalıştıracak işçi bulamıyoruz.”
Hüseyin Kınacı işin turizm tarafı için de çalışmalar yapıyor. Halen 8-10 kişilik turist gruplarını ağırlıyor. Bu işte gelecek olduğunu görüp otel yatırımına başlamış. 32 odalı butik bir otel yapıyor. Turistlere gül toplatacak. Sonra da onu işleyip hediye edecek. Şehirden uzak, gül bahçelerinin içinde konaklatacak. Bu yatırımla birlikte “gül köyü” projesinin maliyeti 15 milyon euro’yu bulacak.

Kaynak: Para Dergisi

Süs Taşı

















         Süs taşları cenneti Türkiye, bu alanda maden işletmesi kuracak yatırımcıları, taş kesimi yapacak atölyeleri ve bu işlenmiş taşları yurt içi ve yurt dışına pazarlayacak ihracatçıları bekliyor. Süs taşları konusundaki potansiyelin kullanılmasıyla birlikte birkaç yılda en az 1 milyar dolarlık bir eko sistemin ortaya çıkması mümkün. Sektörün orta vadede istihdam potansiyeli ise yaklaşık 120 bin kişi olarak tahmin ediliyor.
        Daha çok kömür, bor, mermer gibi madenleri ile gündeme gelsede, az kişi tarafından biliniyor olsa da aslında Türkiye, tam anlamıyla bir doğal taş cenneti…
Yarı kıymetli taşlar diğer bir ifadeyle süs taşları açısından Türkiye oldukça büyük bir potansiyele sahip olmasına karşın, elindeki bu potansiyeli ne yazık ki yeterince girişime dönüştürebilmiş değiliz. Özellikle mücevher yapımında kullanılan süs taşları, artık güzellik sektöründen sağlık turizmine kadar geniş bir kullanım alanına sahip.
Bugün spa’larda rahatlama amacıyla kullanılan bu taşlar, aynı şekilde şifalı taş olarak da biliniyor ve pek çok alternatif tıp yönteminde tercih ediliyor. Yapılan araştırmalar minerallerin, doğal taşların, sanayi, kuyumculuk ve dekoratif olarak kullanımının dünyada her yıl yüzde 15 ile yüzde 35 arasında arttığını gösteriyor.

El değmemiş bir pazar

Çoğu ülke için önemli bir iş sahası olan süs taşı işletmeciliği ve işlemeciliği, girişimciler için henüz el atılmamış bir vaha gibi. Zira süs taşı madenciliğinin yeterince gelişmediği Türkiye’de, şu anda kayıtlı resmi olarak çalışan Balıkesir, Eskişehir, Muğla ve Erzurum’da olmak üzere dört adet işletme bulunuyor.
Bu sayı göz önüne alındığında potansiyelin henüz yüzde l’inin bile kullanılmadığını söylemek mümkün. Türkiye’nin hemen her bölgesinde bir süs taşına rastlanabiliyor. Türkiye genelinde yaklaşık 72 çeşit taş olduğu ve ticari olarak işlenebilecek taşların sayısının ise yaklaşık 15 adet olduğu ifade ediliyor.

Taşı altın gibi iller

Bu taşların hemen hepsi ocaklarla işlenebilecek boyutta. Süs taşları açısından ise en zengin iller Eskişehir, Ankara, Erzurum ve Balıkesir. Ankara’da agat, Balıkesir’de ametist, Erzurum’da oltu, Yozgat’ta morganit, topaz, Eskişehir’de ise kalsedon taşı en fazla bulunan taşlar arasında yer alıyor.
Hindistan’da yalnızca taş kesme işinde 1.2 milyon kişi istihdam edilirken, Türkiye’de henüz bu rakamın 100’lerle ifade edildiği belirtiliyor.
Türkiye’nin değerli ve yarı değerli taş ithalatı 30 milyon dolar civarında. Yarı değerli taş ihracatının ise 1 milyon dolar olduğu ifade ediliyor. Türkiye’nin oturduğu yerin altında tam anlamıyla işlenmemiş bir cevher yatıyor. Zira süs taşı çıkarabilecek işletmelerin, bu konuda işleme yapacak atölyelerin kurulmasıyla birlikte 1 miyar dolarlık yeni bir ekonomi yaratılabileceği ifade ediliyor. Bu ekonominin en az 120 bin yeni istihdam yaratma potansiyeli var.

Öncü ülkeler

İstanbul Değerli Maden ve Mücevher ihracatçıları Birliği Başkanı Ayhan Güner, süs taşları pa-zannın en büyük oyunculanndan biri olan Brezilya’nın süs taşı işlemeciliğinde oldukça ileri noktada olduğunu belirtiyor. Türkiye’den işlenmeden ihraç edilen süs taşının kilogram fiyatının yaklaşık bin dolar olduğunu söyleyen Güner, “Brezilya ise bu taşları işleyerek, 15-20 bin dolardan satıyor” diyor. Hindistan’ın sadece bir kentinde 700 bin kişinin taş kestiğine, ülke genelinde toplam 1 milyon 200 bin kişinin bu sektörde istihdam edildiğine dikkat çeken Güner, şöyle devam ediyor:
“iki bin kişinin bir arada çalıştığı atölyeler var. Türkiye’de maalesef böyle bir sektör oluşmadı. Türkiye’nin yaptığı süs taşı ihracatı 1 milyon doları bile bulmuyor. Süs taşında dünyada belli bir standart var. Üreticilerin bu konuda bilinçlendirilmesi çok önemli.”

Bilgi birikimiçok az

Türkiye’de pek çok yerden taş çıksa da bunların çoğunun Madencilik Kanunu’na aykırı olarak yapıldığına dikkat çeken Türkiye Gemoloji Derneği Başkanı Vejdi Ziyansız, ormanın içinde kazı yapıp, hiçbir bilimsel veriye dayanmadan taş çıkaran kayıt dışı işletmelerin olduğunu ifade ediyor.
Aydın’ın Çine ilçesinde kuvarsit ocaklarının olduğunu söyleyen Ziyansız, bu ocaklardan çıkarılan kuvarsitin tonunun 200 dolar olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor:
“Bu ocakların içindeki çatlaklardan kristaller çıkıyor. Bu kristallerin kilogramı afaki fiyatlardan satılıyor. Çünkü işletmeler fiyat konusunda bilgi sahibi değil. Türkiye’deki süs taşı madenciliğinin ciddi bir gelir olduğunu bilen Brezilya gibi bu konuda ciddi girdiler yaratabilecek madencimiz ve yatırımcımız yok. Bu sektöre oldukça uzak kalmışız. Osmanlı, bir zamanlar Avrupa’nın süs taşı işleme merkeziydi. Taşlara isim verecek kadar bu konuya hakimmiş. Bu taşlar işleyen ustaların bu ülkeden gitmesiyle, bu pazar yavaş yavaş yok olmuş.”

Bu ‘Taş’ın altına elimizi nasıl sokacaksınız?

İlk adım: Bir süs taşı madeni işletmek için öncelikle Enerji Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğtfnden arama ruhsatı almak gerekiyor. Bunun için müdürlüğe buna dair bir dilekçe yazılıyor.
Ruhsat durumu: Müdürlük kısa bir süre sonra o arazinin ruhsatlı olup olmadığına dair yanıt veriyor.
Ruhsat bedeli: Jeoloji mühendisleri tarafından arama ruhsatı hazırlanıyor. Bakanlıktan üç yıllık arama ruhsatı alınıyor, işletme hektarına göre hektar başına
500 lira ödeniyor.
Başlayabilirsiniz: Bu ruhsatla birlikte yıllık üç ton taşı arama, inceleme, analiz etme hakkına sahip olunuyor.
Rezerv yeterli mi?: Rezerv yeterli görüldüğü anda, işletme ruhsatı için başvuru yapılıyor.
Bakanlığa katkı payı: İşletme ruhsatı için bakanlığa her yıl üretimin binde 51 kadar katkı payı ödeniyor.
ÇED raporu: Süs taşı arama, çevreye en az zarar veren maden sınıfına girdiği için ÇED raporu rahatlıkla hazırlanabiliyor. Raporun bin ile 2 bin TL arasında masrafı bulunuyor.
Taş toplamak kolay: Türkiye’deki çoğu süs taşı yüzeyde bulunduğu için genelde taş toplamada civar köylerdeki işçiler tercih ediliyor. Bir işçi günde ortalama 200 kilogram taş toplayabiliyor.
Yerinde yatırım: Ancak daha derinlerde yapılacak araştırmalar için kazıcı ve kinci makinelere ihtiyaç var. Bu makineler İzmirli bir firma tarafından satışa sunuluyor. Makinelerin fiyatı ise ortalama 250 bin dolar.
Ham ve işlenmiş taş: Süs taşlarının ham haliyle işlenmiş hali arasındaki maliyet farkı oldukça fazla. Örneğin, kalsedon taşının ham halinin kilogramı 25 ile 50 dolar arasında satılıyor. Aynı taşın işlenmiş haldeki kilogram başına satış fiyatı ise bin ile 2 bin 500 dolar arasında değişiyor. 3 kilogram ham taştan bir kilogram işlenmiş taş elde edilebiliyor.
Yatırım maliyeti: Bu nedenle için işleme atölyesi kurulması gerekiyor. Bu ”Z£~ atölyenin yatırım maliyeti üretmek istediğiniz taş miktarına göre değişiyor. Bir işçi ve bir makineyle kurulabilecek bir atölyenin ortalama maliyeti 15 bin dolar. Bu yatırım maliyeti kurulacak işletmenin boyutuna göre 200 bin TLye kadar çıkıyor. En mikro boyutta kurulacak bir atölye yıllık ortalama 60 bin TL ciro elde edebileceği ifade ediliyor.

Kümelenme öneriliyor

Bu konuda yapılabilecek girişimin ilk adımını atölye kurmak oluşturuyor. Kars Valiliği ve Sarıkamış Kaymakamlığı’nın ayrı ayrı atölyeler kurduğunu söyleyen Ziyansız, şu an kalibrasyon yapabilen ve saatte 300 adet istenilen formda taş kopyalayabilen ve bunları parlatan, bunların üzerinde figür işleyen iki adet atölye olduğunu belirtiyor. Ziyansız, bu atölyelerin 250 bin lira civarında kurulum, yaklaşık 10 bin dolar da makine yatırımı maliyeti olduğunu ifade ederek ancak bu atölyelerin en büyük eksikliğinin nitelikli eleman bulma konusunda yaşanan sorunlar noktasında çıktığını kaydediyor.
Bu konuda bir kümelenme modelinin oluşturulması gerektiğine dikkat çeken Ziyansız, aynı Çin’deki gibi, bir köyde 10 küçük ve bir adet mastır atölye ile üretici köyler kunı-labileceğini belirtiyor.

Yeni bir eko sistemi

Hindistan’ın süs taşı ve pırlanta taş konusunda yıllık 28 milyar dolar ihracatı olduğunu söyleyen Ayhan Güner, Türkiye’nin potansiyelini kullanması halinde sadece süs taşlarından yıllık en az 1 milyar dolarlık ekonomi yaratacağını ve bu sektörde 120 bin kişinin istihdam edileceğini bildiriyor. Güner, Hindistan’ın hammaddeyi dışarıdan temin ettiğini, Türkiye’nin ise kendisinin hammaddeye sahip olduğunu ifade ediyor.
Türkiye’de yapılan kazı çalışmaları sonucunda yakut taşı, pembe zümrüt, elmas gibi taşların bulgularına rastlandığını ifade eden Ziyansız ise şunları söylüyor:
“Yozgat Sorgun’da morganit yani pembe zümrüt bulunuyor. Bu taş oldukça değerlidir. Birkaç ay önce Malatya’da yakut taşı bulundu, MTA’nın yapmış olduğu çalışmalarda ise Antakya, Manavgat ve Uşak’ta elmas bulgulan var. De Beers 9 Eylül Üniversitesi ile ortak bir çalışma yaptı. Yaklaşık 1,5 yıldır Türkiye’de elmas arama çalışmaları yapıyorlar. Bizim bu konuya daha fazla eğilmemiz gerekiyor.”

İhracat potansiyeli

ABD kıymetli ve yarı kıymetli taş tüketicisi olarak dünyanın en büyük pazarı konumunda. Bunu başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri ile Japonya ve İsrail takip ediyor. Süs taşları en fazla Afrika, Asya ve Güney Amerika ülkelerinden hammadde şeklinde ithal ediliyor.
Kıymetli ve yarı kıymetli doğal taşları üretip genellikle ham olarak ihraç eden belli başlı ülkeler ise Botsvana, Kongo, Angola, Namibya, Afganistan, Hindistan, Rusya, Sri Lanka, Burma, Brezilya, Kolombiya ve Meksika. Hindistan dünyanın en büyük taş işleyicisi konumunda. İtalya’da ise süs taşları özellikle aksesuar ve bijuteri alanında kullanılıyor.
Türkiye’de, kuyumculukta kullanılan kesilmiş ve parlatılmış taşların tamamı yurt dışından temin ediliyor. Elmas ve kıymetli taşları kesme ve parlatma işlemleri, dünyada Belçika, İsrail, ABD, Hindistan, Tayland, Çin, Rusya gibi belli başlı merkezlerde yapılıyor.
Vejdi Ziyansız, Türkiye’de bulunmayan taşların da ülkeye getirilip işlendikten sonra tekrar satışının da mümkün olduğunu söylüyor.

Hinsiatan nasıl başardı?

Değerli taş işletme ve işlemeciliğinde özellikle Hindistan bir başarı örneği olarak karşımıza çıkıyor. Hindistan, 15 yıl öncesine kadar, dünya elmas pazarında, küçük bir kesim merkezi olmaktan öteye geçememişken, hükümetin sektörü destekleme kararı almasından sonra, ülkenin işlenmiş taş ihracatı yılda 4.2 milyar dolardan, 28.2 milyar dolara ulaşma başarısını gösterdi.
Hindistan hükümeti, işlenmiş elmas ihracatı yapan üreticilerin, ham elmas stoklarını yenilemek amacıyla yaptıkları ithalatları, gümrük ve diğer vergilerden muaf tuttu. Bu alanda büyüyen şirketlere finansman sağlaması için bankaları cesaretlendirdi, bu şirketlerin ihracat satışlarından elde ettikleri kazançları vergiden muaf tuttu. Ülkenin mücevher ve kıymetli taş ihracatı, toplam ihracatının yüzde 17sine yaklaştı.

Obsidyen cenneti kars

Son yıllarda süs taşı işlemeciliğine yönelik olarak özellikle yerel yönetimler tarafından eğitim seferberliği başlatılmış durumda. Zira sektörün en büyük sorununun nitelikli eleman bulma konusunda yaşandığı ifade ediliyor.
Bu anlamda Kars Valiliği ve Kars Kültür ve Turizm Altyapı Hizmet Birliği, ortaklaşa başlattıkları kurslarda özellikle kadınlara yönelik olarak obsidyen taşının işlenmesi üzerine eğitimler veriyor. Bugüne kadar 45 kadına bu konuda eğitim verildi. Eğitimlerin tamamlanmasının ardından mikro kredi ile kadınlara kendi atölyelerini kurma imkânı verilecek ve bu atölyelerde işlenen taşların takı, hediyelik eşya gibi alanlarda satışı sağlanacak.
Kars Valiliği yetkilileri, yarı kıymetli taş olarak bilinen obsidyenin, özellikle gümüş ile işlendiğinde mücevher olarak kullanılabileceğini ve bu taşın ormanlık alanlarda çok kolay bulunabileceğini belirtiyor. Obsidyen taşı Kars’ta, Kars Kaymakamlığı tarafından çıkarılıyor. Şu an için bölgede herhangi bir taş çıkarma konusunda faaliyet gösteren bir işletme bulunmuyor. Bölgede en az 100 yıllık obsidyen taşı rezervi bulunduğu ifade ediliyor.

Altınova’nın beklentisi

Ayvalık’ın Altınova beldesi ise doğal taşlar açısından en zengin bölgelerden biri. Bölgede ağırlıklı olarak, kalsedon, helyotrop, jasper, akik (agat) ve Opel taşları bulunuyor. Bu taşların işlenmesi konusunda eğitim çalışmalarına başladıklarını söyleyen Altınova Belediye Başkanı Asım Sürer, bu taşların belediye tarafından çıkarıldığını ve daha sonra atölyelerde işlendiğini ifade ediyor. Ardından bu taşların satışa sunulduğunu belirten Sürer, şöyle devam ediyor:
“Bu atölyelerde daha çok kadınlara yönelik eğitimler veriyoruz. Ancak imkanlar çok yetersiz. Gemoloji Derneği’nin yaptığı çalışmalara göre, bu taşlar konusunda bölge neredeyse sınırsız bir rezerve sahip. Ancak yılda çıkarılan taş tonajı bir ton bile değil. Belediye olarak yeni makineler alarak taş arama ve işleme çalışmalarına başlayacağız. Bu taşlar gümüş ile işlendiğinde 40 ile 70 lira arasında alıcı bulabiliyor. Maalesef henüz bir ihracatımız yok. Bölgeye yatırımcı bekliyoruz.”

Her ev bir atölye

Bu konuda diğer bir girişim yapan ilçelerden biri de Ankara’nın Çubuk ilçesi. Çubuk ilçesinde bol miktarda akik taşı olarak da bilinen agat çıkıyor. Bu konuda Çubuk Belediyesi ve Çubuk Platformu ortaklaşa bir proje başlatmış durumda. Agat taşının işlenmesi konusunda tŞ-KUR ile bir proje başlattıklarını belirten Çubuk Platformu Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Yalçın, “Bedensel engelli vatandaşlarımıza yönelik başlattığımız bu projede agat taşının işlenmesine yönelik eğitimler veriliyor” diyor.
Agat taşının en değerli cinslerinden birinin Çubuk Ilçesi’nde çıktığına dikkat çeken Yalçın, genelde yüzeyde bulunan bu taşın çıkarılmasının da son derece kolay olduğunu ifade ediyor. Taşın yağmurlarla birlikte tekrar yüzeye çıktığını belirten Yalçın, bu konuda yatırım beklediklerini de sözlerine ekliyor. ‘Her ev bir atölye’ adıyla bir proje başlattıklarını söyleyen Yalçın, şöyle devam ediyor:
“Biz süs taşlarını bir sektör haline getirmeyi hedefliyoruz. Bunun için kesme, işleme ve parlatma makineleri alacağız. Yoksul ailelere bu makineleri dağıtacağız. Onlar da bu makinelerle taşları işleyecek. Bu taş işlenmemiş haliyle kilogramı 10-15 dolara satıyor. Ancak gümüşle birleştikten sonra 400 dolara kadar çıkabiliyor. Hedefimiz ihracat yapmak.”

Oltu’ya rakip çıktı

Erzurum’un Oltu ilçesinde 1975 yılından beri çıkarılan Oltu taşı, özellikle süs eşyalarl, takı ve tespih yapımında kullanılıyor.
O zamandan bu yana da bölge insanına oltu taşı konusunda eğitim veren Erzurum Halk Eğitim Merkezi’nin Genel Müdürü Nuri Alkan, yaklaşık 18 kişilik sınıflarda verilen 744 saatlik bir eğitimle Oltu taşının ekonomik değere dönüştüğünü söylüyor. Bölge insanı için ciddi bir geçim kaynağı olduğunu belirten Alkan, bu taşın ince damarlı madenlerden çıktığını bu nedenle şirketlerin bu alana girmediklerini ifade ediyor.
ilçede dört ustanın bu taşı ilkel yöntemlerle çıkarmaya çalıştığını aktaran Alkan, “Rezervde problem yok ama şirketler ince damarlı bu madenin çıkarılmasına yanaşmıyor. Maliyet hesabı nedeniyle ilgi göstermiyorlar fakat işlendiğinde ciddi bir alıcı kitlesi olduğu ise kesin” diyor.
Bir süre önce değerli maden kategorisine alındığını ifade eden Alkan, mevcut atölyelere eleman sağladıklarını dile getiriyor. Oltu taşının insanlara pozitif enerji ve mutluluk verdiğini, strese iyi geldiğini anlatan Alkan, şu an en büyük sıkıntının Gürcistan’dan gelen Oltu taşı benzeri taşlar olduğunu aktarıyor. Oltu taşıyla yapılan bir tespihin 60 liraya işlendiğini fakat Gürcistan’dan gelen taşın dizili olarak 3 liraya geldiğini aktaran Alkan, bunun Oltu taşı atölyeleri için ciddi bir sıkıntılar yaratacağını söylüyor.

Kaynak:Para, Kobidestek